Soğuk, yağmurlu bir kış gecesiydi. Odayı aydınlatmaya çalışan mumun zayıf ışığı duvarlarda garip gölgeler oluşturuyordu. Bay Rollman, her gece saat onda kapatılan ışıklara karşı böyle bir çözüm bulmuştu. Zaten mum ışığını lambalara tercih ederdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken, Bay Rollman yağmur sularının süzülerek aktığı pencereye yaklaştı ve dışarıyı izlemeye koyuldu. Odası binanın arka tarafında kaldığından görebildiği tek şey karanlık bir ormandı. Pencerenin neresinden geldiğini bilmediği soğuk hava, bir an titremesine sebep oldu. Karanlık ormana gözlerini dikip, ‘’acaba şu an orada neler oluyordur’’ diye düşündü. Belki bir tavşan hayatı için aç bir tilkiden kaçıyor, belki de çoktan ona yem olmuştu. Sessizce ‘’umarım hızlı koşuyorsundur minik tavşan’’ dedi.Soğuk hava onu bir kere daha titretince artık yatmaya karar verdi. Bir ara gözü, bütün gün yatağından çıkmamış olan oda arkadaşı Bay Poyer’a takıldı. Zavallı adam iki gündür hastaydı. Soğuk havalar onu bu hale getirmiş olmalıydı. Kendisine de hiç dikkat etmezdi huysuz herif. Bay Rollman, ‘’bunun olacağı belliydi’’ diyerek onu azarlamak istedi ancak bu isteğinden çabucak vazgeçmişti. Ona nasıl olduğunu sormak için sabahı beklemesi gerektiğini düşündü. Öyle ki, hasta adamın üzerindeki yorganın ağır ağır inip kalkması dışında hiçbir hareket göremiyordu.
Bay Rollman, arkadaşı Bay Poyer’ın uyumakta olduğunu düşünüp, rahatsız etmemeye karar verdi. Ses çıkarmamaya çalışarak yatağına doğru yürüdü. Üzerine otururken bu eski ahşap mobilyanın ona küfür edercesine gıcırdayacağını biliyordu, öyle de oldu. Bu gudubet karyolanın bir gün o üzerindeyken kırılıp ondan yılların intikamını alacağını düşündü. Bu olduğunda hiç şaşırmayacağından emindi çünkü yatak öylesine eskiydi ki bazen ona saygı duyması gerektiğini bile düşünürdü.
İhtiyar adam yatağına uzandı ve tavandaki örümceğine bakıp ‘’merhaba Sam’’ dedi. Odasındaki avizenin mum ışığında tavana yansımasıydı bu. Avizenin sekiz kolu vardı, bu da onun yansımasının tam bir örümceğe benzemesine neden oluyordu. Bay Rollman ona Sam diyordu çünkü bu ismi çok sever, hep ‘’bir evcil hayvanım olursa adını Sam koyacağım derdi.’’ Sam’le muhabbeti sona erince gözlüğünü çıkardı, görüşü oldukça bozulmuştu. Gözlüğünü yatağının başlığına iliştirdiği bir kancaya astı. Her sabah onu nereye koyduğunu unutup saatlerce aramaktan kurtulmak için böyle bir yola başvurmuştu. Daha sonra derin bir nefes alıp yatağından biraz uzakta duran muma güçlü bir şekilde üfledi. Mumun alevi zaten bunu bekliyormuş gibi hiç direnmeden söndü.
Oda şimdi karanlığa bürünmüştü. Artık uyuyabilirdi, fakat zihninde düşünceler bir çocuğun kovaladığı güvercinler gibi oradan oraya kaçışıyordu. Bay Rollman onları takip edemiyordu artık. Son birkaç aydır düşünceleri hep bu şekildeydi, onun uyumasına izin vermiyorlardı. Bay Rollman kendisini çok yorgun hissediyor ve artık uyumak istiyordu. Gözlerini kapadı ve şimdi şiddeti iyice azalmış olan yağmuru dinlemeye başladı. Bu, ona her zaman huzur vermişti. Şanslıydı ki kışın buralarda yağmur hiç eksik olmazdı. Cama vuran her yağmur damlası sanki zihninde koşuşturan düşünceleri birer birer götürmüştü. Bay Rollman yavaş yavaş uykuya dalıyordu. Bu sırada bir iki kere yüksekçe ağaçtan düşüyormuş gibi hissedip sıçradı, ardından derin bir uykuya daldı.
Sabah saat sekize geliyordu. Bay Rollman, birisinin kapıyı yumruklayıp ‘’kahvaltı hazır’’ diye bağırmasıyla birden irkildi. Uykusunun en güzel yerindeydi ve o da herkes gibi sabahları erken uyanmaktan nefret ederdi. Yağmur dinmiş, güneş de yüzünü biraz olsun göstermişti. Zorlukla gözlerini açıp gözlüğünü taktı. Kafasını pencereye çevirip baktığında ormanın üzerine çökmüş olan sis bulutunu görüp yüzünü asarak ‘’ne güzel bir sabah’’ demekle yetinde.
Arkadaşı Bay Poyer’ın yatağına çevirdi kafasını ama onun çoktan gitmiş olduğunu fark etti. Morali daha da bozulmuştu şimdi. Güvercinler zihnine bir sürü halinde tekrar üşüşmüştü. O kalkarken yatağı rahatlamış gibi tekrar gıcırdamış Bay Rollman da ‘’sana da günaydın’’ demişti. Dolabına ilerleyip kapısını açtı. En az haftada bir kez giydiği kahverengi takım elbisesini çıkardı. Bundan başka takım elbisesi de yoktu zaten. Üzerini değiştirdikten sonra yine kahverengi olan fötr şapkasını da taktı. Huş ağacından yapılma çeyrek asırlık bastonunu da alınca tastamam olmuştu. Artık hazırdı.
Odasının kapısını açıp koridora çıktı. Odasındaki eşyalar gibi bu bina da oldukça eskiydi. Kahvaltısını yapmak için aşağıda bulunan yemek salonuna indi. Yolda gördüğü insanlar ona ‘’günaydın Bay Rollman’’ diyorlar, o ise onların yüzüne dalgın dalgın bakıyordu. Kahvaltısını alıp bir masaya oturdu. Yemek salonunda fazla insan yoktu, o da kalabalıktan nefret ettiği için hep erkenden kahvaltısını bitirip odasına çıkardı. Ancak bugün canı hiçbir şey istemiyordu.
Çayından birkaç yudum aldı ve Bay Poyer’ı düşünmeye başladı. 7 yıldır onunla aynı odayı paylaşıyor, birbirleriyle de ilk günden beri iyi geçiniyorlardı. Yanından geçen insanlar meraklı bir şekilde Bay Rollman’ın yüzüne bakıyorlardı. O ise bunun farkına varmamıştı. Biraz sonra birisinin yanındaki arkadaşına ‘’bugün kim ölmüş’’ diye sorduğunu duyup aniden kendine gelmişti. O bunun cevabını gayet iyi biliyordu. 7 yıllık oda arkadaşı olan ve uyumak için yaşayan Bay Poyer’in ondan önce odadan çıkmış olmasının tek açıklaması bu olabilirdi.
Çayını bile bitirmeden masadan kalktı, şapkasının önünü olabildiğince aşağı indirip çıkış kapsına yöneldi. Ne de olsa arkadaşının cenaze törenine geç kalmak istemezdi. Bay Rollman dışarıya çıkarken yan taraftaki tabelada yazan yazıyı bir kez daha okuyup, acı bir şekilde gülümsedi:
İKİNCİ BAHAR HUZUREVİ’NE HOŞGELDİNİZ
Biliyordu ki İkinci Bahar Huzurevi’nde mevsim her zaman kıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder